Arapça’da oluk karşılığı mes‘ab veya mîzâb kelimesi
Türkçe’de altın oluk diye anılan Kâbe’nin oluğu için ise daha çok mîzâbü’l-Kâ‘be (mîzâb-ı Kâ‘be) ve mîzâbü’r-rahme (mîzâb-ı rahmet) tabiri kullanılmaktadır.
Altın oluk Kâbe’nin Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Garbî denilen köşeleri arasındaki kuzeybatı duvarının üstünde ve bu duvarın ortasına gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Böylece Kâbe damında biriken yağmur suları bu duvara bakan Hicr’e akmaktadır. Altın oluğun ucunda, muhtemelen suyun aşağı doğru hafifçe akmasını sağlamak için yapılmış lihyetü’l-mîzâb (oluğun sakalı) veya zaknü’l-mîzâb (oluğun çenesi) denilen bir çıkıntı mevcuttur.
Hz. İbrâhim Kâbe’yi inşa ettiğinde üstünü örtmemişti. Daha sonra Kusay b. Kilâb tarafından yeniden yapılışında üstünün ağaç ve hurma dallarıyla örtüldüğü biliniyor. Hz. Peygamber otuz beş yaşında iken Kureyş tarafından inşa edilmesi sırasında da üstü açık olan Kâbe, iki sıra halinde altı direğe dayanan bir tavan ile örtüldü ve Hicr’e bakan kuzey duvarının üstüne de bir oluk yerleştirildi (bk. Ezrakī, I, 164). Kâbe damına konulan ilk oluk budur. Bundan sonra da gerek Kâbe’nin muhtelif zamanlarda yapılan tamirleri sırasında yıprandığı dikkate alınarak, gerekse bazı hükümdarlarca yeni olukların hediye edilmesi gibi vesilelerle Kâbe’nin oluğu tamir edilmiş veya değiştirilmiştir. Abdullah b. Zübeyr 64 (684) yılında Kâbe’yi yeniden inşa ettirdiğinde, tavanı bu defa üç direğe oturtuldu ve oluk da eski yerine yerleştirildi (bk. Ezrakī, I, 209). İbnü’z-Zübeyr’in Kâbe’yi genişletmek üzere Hicr istikametine kaydırdığı ve üzerinde mîzâbın bulunduğu duvar, 74 (693) yılında Haccâc tarafından tekrar içe çektirildiğinde oluk yine eski yerine konuldu.
Kâbe’nin oluğu ilk defa Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in (705-715) emri ile Mekke Valisi Hâlid b. Abdullah tarafından altınla kaplatıldı. Altın oluk diye anılması da bundan sonradır.
Emevi ve Abbasi halifeleri dönemlerinde farklılıklar görülmüş (gümüş , altın , ahşap ) , Kanuni gümüş , I.Ahmed gümüş üzeri altın kaplı , VI Murat altın kaplama , son olarak Abdülmecid altın
Kâbe ve çevresinin kutsiyeti yanında bizzat Kâbe’nin belli başlı bazı yerlerine ayrı bir önem atfedilmiş olup bunlardan biri de mîzâbın bulunduğu yerdir. Kıble Kudüs’ten Kâbe yönüne doğru değiştirildiğinde, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin kıblesi tam mîzâbın bulunduğu tarafa isabet etmişti. Böylece Resûlullah Medine’de iken hep bu tarafa namaz kılmış, Mekke’ye geldiğinde ise Makām-ı İbrâhim’in bulunduğu taraftan Kâbe’ye yönelmeyi tercih etmiştir (bk. Ezrakī, I, 174; II, 31). Bununla birlikte Resûlullah’ın Kâbe etrafında muhtelif cihetlere yönelerek namaz kıldığı da olmuştur (bk. Fâsî, I, 81-82). Abdullah b. Amr b. Âs, “Kâbe bütünüyle kıbledir, kendi kıblesi ise yüzüdür (yani Kâbe kapısı ve Makām-ı İbrâhim’in bulunduğu doğu tarafı); eğer bu tarafa yönelerek namaz kılamazsan Hz. Peygamber’in kıblesine yönel” demiştir ki bu da Rükn-i Şâmî ile altın oluk arasında kalan yerdir (bk. Ezrakī, I, 351; II, 19). “Hayırlı insanların içeceğinden için, seçkinlerin namazgâhında namaz kılın” diyen İbn Abbas’a bunların ne olduğu sorulduğunda, “Hayırlıların içeceği zemzem, seçkinlerin namazgâhı da mîzâbın altıdır” diye cevap vermiştir (bk. Ezrakī, I, 318; II, 53). Eskiden Kâbe’de her mezhep imamı ayrı ayrı namaz kıldırırken Hanefî makamı da bu tarafta bulunuyordu.
Hz. Peygamber’in tavaf esnasında mîzâbın altına geldiğinde, “Allahım! Senden ölüm anında rahat, hesap anında da af dilerim” (اللهمّ إنّي أسألك الراحة عند الموت والعفو عند الحساب) diye dua ettiği bilinmektedir (bk. Ezrakī, I, 319). Hac ile ilgili bazı kitaplarda, “Mîzâb altında dua eden hiçbir kimse yoktur ki duası kabul edilmesin” meâlinde bir hadis de zikredilmektedir (bk. Muhibbüddin et-Taberî, s. 310). Atâ b. Ebû Rebâh şöyle der: “Kim Kâbe’nin oluğu altında durur da dua ederse duası kabul olunur ve anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınır” (bk. Ezrakī, I, 318; Fâsî, I, 80).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder